8 Aralık 2012 Cumartesi

İLKOKUL ÖĞRETMENLERİM







 

 
1950 li yıllar,
Çocuktum o zamanlar,
Evimizde toplanırdı komşular,
Anlatılırdı hikâyeler, masallar,
Geçerdi içerisinde,
Öğretmen, öğrenci ve çeşitli şahıslar,
Aradan haftalar, aylar geçmişti,
Yaşım yedi okul vaktim gelmişti,
Giyindim siyah önlük, taktım yakalık,
Ayağımda Trabzon lastik,
Koydum defterimi bezden çantama,
Gittim okuluma güle oynaya,
Çıktım merdivenleri girdim içeri,
Çıktı karşıma yabancı biri,
Gördüm ve geriledim,
Beni gören yabancı aksine ilerledi,
Yaklaşarak yanıma attı kolunu boynuma,
-Sordu adın ne?
Söyledim soyadsız adımı,
-Soyadın ne?  Söyledim adsız soyadımı,
-Baban kim?  Dedim Aziz,
Gülerek dedi bana aferin Yılmaz,
Beni bir sevinç aldı,
Heyecanla karışıp her tarafımı sardı,
Biraz durup düşündüm,
Geldi aklıma söylenen masallar,
Karşımdakine korkarak sordum,
Öğretmen misin?
Evet dedi ve güldü,
İşte o günden sonra,
İçimde büyük bir sevgi uyandı,
Sormayın bu nedendi?
Yaşasın o günkü yabancı,
Çünkü O benim ilk öğretmenimdi,
Günler, aylar geçti aradan,
İki öğretmenim daha oldu sonradan,
Çok şeyler öğrendim ben onlardan,
Onlar oldu benim bilgi hazinem,
Saygılar size; Mehmet Ergün,
Hacı Bayram Aydıniçer ve Nevruz Kandemirci,
Öğretmenlerim ilkokuldan.

                                     24 Kasım 2012 İZMİR
                                     Yılmaz KANDEMİRCİ

16 Kasım 2012 Cuma

TÜRKİYE’MİN ZENGİNLİĞİ



















Türkiye’mde dört mevsim var,
İlkbahar, yaz, sonbahar, kış.
Her birini ayrı yaşar,
Biri biter, biri başlar.

      İlkbaharda çiçek açar,
      Doğaya güzellik saçar,
      Kuzu oynar, arı uçar,
      Kırlarda canlılık başlar.

Yazın yükselir sıcaklar,
Plajlar insanla dolar,
Meyve yüklenir ağaçlar,
Şenlenir manav, pazarlar.

      Sonbaharda rüzgâr eser,
      Eylül ayı yaprak döker,
      Ekim ayı bayram yapar,
      Kasımlarda hüzün çöker.

Kış gelince soğuklar var,
Lapa lapa karlar yağar,
Çocuklar kartopu oynar,
Yenir kestane kebaplar.

      Her mevsimin özelliği,
      Vardır ayrı güzelliği,
      Dünyada yok benzerliği,
      Bu ülkemin zenginliği.

                          Kasım 2012 İZMİR
                      Yılmaz KANDEMİRCİ

24 Ekim 2012 Çarşamba

KÖYÜME KIŞ GELİNCE
















Sıcak hava veda eder doğaya,
Ağaç küskün, gazel döker toprağa,
Göçmen kuşlar uçup gider uzağa,
Arı sessiz hasret kalır uçmağa,
Kazlar dertli veda eder yüzmeye,
Bostan gamlı yoksun kalır çapaya,
Sular üzgün zorunludur donmaya,
Çoban kardeş uzak artık sürüsüne, ovaya,
Kırlar sönük hasret kalır kelebeğe, arıya,
Dağlar yaslı solup giden yeşiline, alına,
Çünkü kış baba kapatır her tarafı karlarla.

                                   12 Aralık 1974
                             Ataköy (Mağaracık)
                          Yılmaz KANDEMİRCİ

10 Ekim 2012 Çarşamba

DAĞLAR







 







Yamacında türlü çiçekler açar,
Etrafına misk-i amberler saçar,
Tüm canlılar kaynağından su içer,
Ana gibi herkesi besleyen dağlar.

     Tepelerin yüksek semaya bakar,
     Esen yeller sanki türküler yakar,
     Bulutlar raks eder, şimşekler çakar,
     Yağan yağmurlarla şenlenen dağlar,

Yazların serindir, kışların soğuk,
İlkbahar yeşilsin, sonbahar soluk,
Dağ dağa kavuşmaz yüreğin yanık,
Yüz yüze bakmaktan yorulan dağlar.

     Sevdalılar gibi dumanlı başın,
     Eksik olmaz senin kar ile kışın,
     Ferhat gibi sevenlerdir yoldaşın,
     Yol ver kavuşsunlar canana dağlar.

Kucağında canlı, cansız barınır,
Ozanlar adına türkü çağırır,
Türkülerle dertlerinden arınır,
Seslere ses veren dumanlı dağlar.

     Yeşillerle bezenmiştir her yanın,
     Gelin gibi giyinmişsin ormanı,
     Oksijendir canlıların dermanı,
     Umarım kibriti çakmazlar dağlar.

Kimi seni delik delik deldirdi,
Kimi dinamitle kayan kırdırdı,
Kimi koynundaki canlın öldürdü,
Kimileri ormanını yandırdı,
Yılmaz der; vefakâr cefakâr dağlar.

                             1 EKİM 2012 İZMİR
                           Yılmaz  KANDEMİRCİ

28 Eylül 2012 Cuma

BELKİ !


Gurbet, yolu uzun, çilesi çoktur,
Kardeşin kardeşten haberi yoktur,
Hasrete bir ilaç yazsana doktor,
Hasretin doktorda ilacı yoktur.

   Gurbete giden de, kalan da özler,
   İkisi de karşılıklı  yol gözler,
    Hasret özlemiyle yürekler sızlar,
    Duygular dorukta, yaşlıdır gözler.

     Kimse isteyerek gurbete gitmez,
     Anayı, babayı asla terk etmez,
     Bin bir çilesi var saymakla bitmez,
     Hasta yatsan kimse kapını açmaz.

Hayallerle yaşar ayrı düşenler,
Rüyalarda ancak buluşurlar,
Resimlere bakıp konuşurlar,
Düğünde, bayramda belki görüşürler.

     Ağardı saçlarım, büküldü belim,
     Gençlik elden gitti galmadı halım,
     Ecel yastığına goyanda başım,
     Belki yetişecek bacım, gardaşım.

Şu gurbete adım atmaz olaydım,
Hasret acısını tatmaz olaydım,
Ayrılmayıp hep köyümde kalaydım,
Kendim yetiştirip kendim yiyeydim.

     Yılmaz kaderinde gurbet de varmış,
     Herkes mutlak kaderini yaşarmış,
     Gerekirse yüce dağlar aşarak,
     Ekmek nerde ise orya koşarmış.

                                15 Ağustos 2012  İZMİR
                                Yılmaz KANDEMİRCİ

6 Eylül 2012 Perşembe

ATAKÖYÜMÜ ZİYARET






















Yıllar sonra gittim Ata köyüme,
Hava aynı, güneş aynı, su aynı,
Yoktu koyun, kuzu, öküz araba,
Tarla aynı, toprak aynı, taş aynı.

     Baktım köyün içi gayet sakindi,
     Bazı evler yıkık, bazısı şendi,
     Gençler birbirine bu da kim dedi,
     Kendi köyüm bana gurbet gibiydi.

Gördüğüm gençlerle sohbete daldım,
Eski yaşantımdan sorular sordum,
Ne hodağlık yapan ne bilen buldum,
Ne fındık, ne aşık oynayan gördüm.

     Gençler fidan dikmiş meyve yetişmiş,
     Sevindim gençlerin çoğu okumuş,
     Her biri ayrı ayrı meslek edinmiş,
     Kimi köyde, kimi gurbete gitmiş.

Orta bulağımın başına geçtim,
Kana kana soğuk suyundan içtim,
Sanki on on beş yıl daha gençleşip,
Gençlikteki günlerime dönüştüm.

     Herkes kendi hanesine su almış,
     Bulağ başlarında sohbet kalmamış,
     Suyolunda artık sevmek yok olmuş,
     Gizli sevdalıklar aşikâr olmuş.

Elektrik gelmiş köy aydınlanmış,
Gaz lambası artık müzelik olmuş,
Ne gem süren gördüm ne harman kalmış,
Harman yerlerinde evler yapılmış.

     Okuduğum okul taşıma olmuş,
     Kooperatif başka yere taşınmış,
     Ne çift eken gördüm ne kotan kalmış,
     Çiftin, kotanın yerini traktör almış.

Ziyareti gördüm duvarı kalmış,
Define uğruna Diktaş yıkılmış,
Kızıl Mağara da tarumar olmuş,
Eski eserlere çok yazık olmuş.

     Eski köylülerin çoğu yok olmuş,
     Kimi göç eylemiş, kimisi ölmüş,
     Mezarlığa gittim mezar çoğalmış,
     Kimi tam yaşında, kimi genç ölmüş.

Ekmek için gurbete de gitmeli,
Gidenler köyünü unutmamalı,
Arada bir köyü ziyaret edip,
Eski dostlar ile sohbetler edip,
Gençlere kendini tanıtmalı.

                                                           7 Aralık 2012 İZMİR
                                                           Yılmaz KANDEMİRCİ

7 Haziran 2012 Perşembe

GURBETTE YAŞAMAK

Yine hüzün çöktü  garip gönlüme,         
Çünkü Ata köyüm düştü yadıma,
Güzel yaylamızda gezip tozarken,
Geldim düştüm bu gurbetin oduna.

     Gurbetin ateşi insanı yakar,
     Köyümün hasreti burnumda tüter,
     Dostlardan ayrılmak ölümden beter,
     Köydeki anılar gözden yaş döker.

Hasta olsan kimse yanına gelmez,
Kapını  çalıp da hatrını sormaz,
Ciğerin yansa da su veren olmaz,
Yanarsın gurbette kimseler bilmez.

     Köyde herkes birbirini görürdü,
     Selam verip hal hatrını sorardı,
     Derdi olanlara derman olurdu,
     Gurbette hal hatır soranın olmaz.

Ekmeği, meyvesi aşı doğaldı,
Köyde yaşaması gayet güzeldi,
Nüfus fazlalaştı, işsiz çoğaldı,
Gurbete gidişler işte bundandı.

     “Gurbetin somunu büyüktür “ dendi,
      İşsiz gençler gurbet ele yollandı,
      Kimi faydalandı, kimi zorlandı,
      Kimi yurt edindi, kimisi döndü,

Abu hayat suyu, bol havası var,
Kırlarında yenecek çok gıdası var,
Herkesin mezarda bir atası var,
Tüm gençlerin gidip görmesi lazım.

Gurbette de olsak, uzak da kalsak,
Ekmekle aş bulup zengin de olsak,
Arada sırada ziyaret edip,
Yılmaz; Ata köyü hiç unutmasak.

                                 1 Mayıs 2012  İZMİR
                               Yılmaz KANDEMİRCİ